GİRİŞ
İstanbul’da eksik büyümüş çocuklardan biri olduğumu geç fark etmek üzücü…
Birçok güzide semte sadece bir vesile ile gitmek çok utanç verici, gülünç.
Gezmek kavramını boş vakti boş geçirmek olarak sınırlandırdığım zamanlara pişmanlıkla bakıyorum.
Mesela aile fertlerimin bu şehre geldiğinde hangi semtlerde yaşadığını şimdilerde merak etmek biraz garip.
İlk defa şehirle tanışmış bir çocuğun ev, iş, aş arayışında yaşadığı zor ama eğlenceli vakitleri şimdi duymak biraz ayıp.
Süleymaniye’de bir bekar evinde geçen o hadiseleri dinlerken bunların olanaksızlığını sorgulamak yanlış.
Seyyar satılıcılığın yaygın bir o kadar da yasak olduğu zamanlarda zabıtalarla her gün oynanan kovalamaca oyunu… Bugün el koyulan simit tezgahının yerine yarın hangi kolide su satacağının planını yapmak ve bunu yaparken zabıta amcalara sinsice gülümsemek.
Galata köprüsünün her zerresini ezberleyip galata kulesine hep sırtıyla bakıp evlere öyle dağılmak.
Mahallede geçirilen tedirgin vakitler bunun sebebi köyden gelen İstanbullular açıkgöz olur dikkat uyarısı ve kurulan pamuk zincirden arkadaşlıklar, ceplerden nadiren çıkan misketler o zamanın sokaklarına gömülmüş ardı arkası kesilmeyen hikayeler.
Yolumun ilk kez düştüğü İstanbul semtleri , Balat, Ayvansaray, Zeyrek, Fatih… hep bir sebepten,öyle görmek için falan değil yalan yok. Tekrarına da zaten zaman yok!
Şimdi de Yedikule sadece adını duyduğum bizim yakada bir semt..
YEDİKULE
Heyecanlım, ilk kez geldiğim bu semt biraz soğuk,biraz sessiz koca surlarla çevrilmiş bir yer.
O da ne? Bir yeşillik var sanki sur kenarlarında bostan mı? Bunu ilk kez görmem çok acı sadece mecbur kaldığım için bu değerleri öğrenmem mecbur kaldığım için araştırmalar yapmam biraz huzur bozucu.
Geliş amacım arazi keşfi ve çevresel veri toplamak. Bunun için gelip gitmekle bir nebze haşır neşir olduğum belki biraz borcumu ödediğim bu semtte geçirdiğim tasarım süreci…
ARAZİ BETİMLEMESİ
Çalışacağımız bir mekanı görmeyen birisine anlatmak bence çok değerli bu belki de bizim ne kadar anladığımızla da ilgili.
Çalışacağım arazi Yedikule semtinin giriş kapılarından ve aynı zamanda İstanbul surlarının da araba ve insan sirkülasyonuna aynı anda izin veren kapılardan biri ‘BELGRAD KAPI’ daha giriş yapmadan önce ihtişamlı bir sur ve yolun yanında sağlı sollu bostanlar. Bostanlarda çeşit çeşit mahsüller derme çatma barakalar,çalışan işçiler ve meraklı insanlar.
Kapıdan girişte karşımıza çıkan üç ayrı yol sağ,sol ve direk karşınızda hafif eğimli bir yokuş.
İlk girdiğinizde karşınıza çıkan sağdaki bölge betonla düzleştirilmiş demir kareli boşluklu tellerle setlenmiş otoparkvari kullanılan mekan arazimiz, onun yanında fark edilmese de eski bir ermeni kilisesi varlığını o topraklara gömmüşçesine davetkar olmayan bir bakış.
Çevre de ne bir konut ne bir dükkan her taraf bağ bostan demek isterdim fakat çok da kalmamış yavaş yavaş tükenmeye başlamış.Çevre boş fakat bunun sebebi paylaşılmazlık arazi üerinde yaşanmış politik gerginlikler.
Surların bir kısmı yıkılmış aslında başka bir hava katmış sanki kendi içinde boşluklar oluşturmuş boşluklardan bitkiler,küçük yeşillikler fışkırmış.Yol boyu ağaçlar dikilmiş.
Sanki insanlar bir şey yapmak istemiş fakat olmamış bu semt biraz nazlı? biraz sessiz? Hayır buldum! biraz dargın kalmış.
Biraz daha yokuşlara çıkıldıkça konutlar dizilmeye başlamış sonrası da bu semtin sokakları…
TASARIM AŞAMASI/ANALİZ
Önce biraz gezinti bi vurgu arayışı ,neden bu arazi veya neden şu beş yüz metre ilerideki değil?
İnsanlar neredeler,gün içinde ne yaparlar,buralarda kimler yaşamış,adını nerden almış…? Gibi upuzun devam edebilecek cevap arama çabaları.
Bazı önemli vurgulara geçmeden önce proje konumuza değinelim ‘KENT TARIMI’ ve herkesin aklında bir soru ‘KENTTE TARIM OLUR MU?’
BAZI SORULARI CEVAPLAMAK
Her zaman önemli olan yeni bir adım atabilmektir.Bir şeyi mecburiyetten değil de sahip olduğun bilgisel birikimi nasıl geliştirebilirim diye yapmalısın.Her zaman sorular sormalısın saçma sapan da olsa…
Şaçma sapan diyorum çünkü aslında bi çok şey buralardan çıkıyor insanların çoğu ortak olarak saçma buldukları için bu soruları ne kendilerine ne de başkasına soramıyorlar.Aslında saçmalığından çok mümkünatına inanmıyorlar evet bence en temel sebep bu gerçekleşmeme kaygısı.
Öncelikle kendime sorduğum bazı soruları cevaplayarak bu naif semte ve çalışma arazime sempati duymaya başladım.
Evet önemli soru! Neden bu arazi?
Bu sorunun cevabını çok geç de versem verdiğim için mutluyum. Bu arazi çünkü bu arazinin çok basit ve temel bir özelliği var dediğim gibi basit olduğu için gözden kaçıyor. Bu özellik giriş kapısında bulunması.
Evet sadece bir kapı mı var diyebilirsiniz hayır tabi ki fakat kapılar arası mesafe çok fazla ve kente başka giriş kısmı yok çünkü taa Edirne kapıdan buralara kadar surlarla sarılmış bir kentimiz var ve bu surlardan Yedikule de nasibini almış.
Başka bir özelliği ise geçiş konumunda bulunması araziyi çevreleyen o üç yol aksı sanki beni dolaşıma,araziye dahil et diyor gibi. Tabii efendim zevkle…
Bir güzelliği daha var ki onu da çok geç fark etmiştim arazinin iki yanında bostanlar gibi duran tarım alanları var onlarda yol akslarını kıskanmışçasına bizi de dahil et diyor. Tabii efendim neden olmasın…
Bir güzelliği de çevresinin bomboş olması bu bazen dezavantaj da olsa burada bence avantaj çünkü kent tarımı yapmak gibi bir amacımız var ve kentte böyle bir boşluğa kendiliğimizden sahip olmak muazzam. Arazi sanki yayılabildiğin kadar yayıl diyor ama hayır biraz beklemek önce küçük başlamak gerek…
Bunlar gibi birçok soru tasarım aşamalarımda karşıma çıktı ve hepsiyle arkadaşçasına tartışıp bir orta yol bulduk.
Peki bu çalışmada neler olacaktı: öncelikle tarım alanları,labaratuvarlar, atölyeler , konferans,eğitim,kamusal alanlar…
Bunları bir bütün haline getirme serüveni ise tasarım sürecinde gerçekleşti.
TASARIM AŞAMASI
Benim için çok zorlu geçen on beş haftalık bir süreç…
Yalan yok içinde bazen kaygı,yorulmuşluk,bıkkınlık ve en kötüsü vazgeçme raddesiyle başa çıkmak zorunda olmak can sıkıcı.
Şimdi önümde bir sürü veri, bol eskizli kağıtlar bantlar,arazi planları,kalemler…
En zoruda bir şeylerden vazgeçmek. Dediğim gibi vazgeçmek zor fakat bunu yapamazsanız tasarım neredeyse hiç ilerlemez.
İlk denemelerime baktığımda şıuan gülüyorum çünkü kat kat yükselen koca bir avm benzeri bir kütleydi arazinin amorf olan köşesine oturtmuştum fakat hiç mi hiç hoşuma gitmeyen tarafları da vardı köşeye oturtmamın sebebi arazideki eğimin azliığından yararlanıp tarım için bol düz alan bıraklamktı fakat bu yaptığım kütle ne çevreyle ilişkili ne de bir sebebi vardı rastgele duruyordu. Beğenmeme rağmen bundan bile vazgeçmek zordu çünkü emek vardı.
Hala bu tasarım üzerinden denemeler yapmakla devam ettim fakat hiç ilerleyemediğimi farkettim.
BEYAZ SAYFAYI DOĞRU ZAMANDA AÇIP SONRA KARALAMAK
Sanırım artık bir şeyleri yenilemek gerekiyordu defalarca yeniden başlamaya çalıştım fakat sonuç hep aynıydı. Bir terslik olduğu belliydi.
Hayatta her zaman sıkıştığımda yaptığım şeyi yaptım sesli sesli kendimle ve uğraştığım işle dertleşmek ona sorular sormak arkadaşça yaklaşmak gibi..
Aslında yaptığım çok büyük temel bir hata vardı daha önce de bahsettiğim gibi araziye ilk bakışlar,analizler, evet bunları unutmuştum rafa kaldırmıştım adeta onlarsız olmuyordu olmazdı.
Analizlerimi tekrardan gözden geçirdim ve artık yavaş yavaş bir şeyler belirmeye başladı.
YOL AKSLARINI İÇERİ ALMAK MI YOKSA MERAK UYANDIRAN BOŞLUKLAR MI?
Bu soru tasarım süreci boyunca en çok uğraştığım hatta uğraşırken eğlendiğim bir sorun hatta tasarımın temellerini bile atmış olabilir.
YOL AKSLARI-SUR-TASARIM İLİŞKİSİ
Burada yol akslarını direk araziye alma fikri bana biraz zayıf geldi ve birden aklıma şu geldi SUR GİBİ DAVRANMAK peki sur nasıl davranırdı?
Daha önce de bahsettiğim gibi sur boydan boya sardığı kente sadece belli kapılardan girilmesine izin veriyordu. Ben de böyle bir şey yapmalıyım diye düşündüm fakat araziye giriş diye tabela astığım demir parmaklıklı botonik bahçeli! hayvan hap.. bahçelerinin o ihtişamlı! Kapılarından yapmak istemedim layık göremedim!
Çok daha iyi bir fikir geldi aklıma boşluklar… boşluklar benim bu camiyada(mimarlık) en çok ilgimi çeken şeylerdir çünkü fakültemin ilk yıllarında hep bu kavram vardı boşluğu tasarlamak, boşluğa işlev atamak… hatta dahada ilgimi çeken kendimce çok iyi hazırlanmış bir teslim kağıdında veya maketinde danışmanlarımızın buradaki boşluk neden var veya boşluğu nasıl tasarladın gibi beyin yakan soruları(tabii nedenini anlayana dek) bu küçük eski hatıratımdan sonra tekrar boşluklara gelicek olursak ben tamamen kütlesel bir set çekmek yerine kütlede farklı kotlarda boşluklar açmayı tercih ettim. Bu bahsettiğim kütleler atölye kütleleri.
Şimdi buradaki amacım zeminde açtığım boşluklar insanların araziye girebilmeleri için üst kotlarda bıraktıklarım ise kütleler arası iletişim ve rüzgar geçişlerini sağlamak için. Merak uyandıran dememin sebebi ise şöyle insanlar olarak hep sınırlandırılmış bir ortamda yaşıyoruz bunu şu andaki konumuz için eleştirel olarak söylemiyorum. İnsanlar kendi sınırlarını mahremiyetlerini belirlemek için birbirlerine fark etmeseler de görsel mesajlar verirler. Örnekler sayıp uzatmak istemem fakat kapı,çit vb.. bunlar arasına girer ve artık alışılagelmiştir.
Fakat bir sınırı olmayan içerideki dünyanın çok azı gözüken ve kütlelerden oluşmuş boşluklar bence herkesin dikkatini çekecek merak uyandıracaktır.
TARIM AKSINI AKITMAK AMA NASIL?
Bu konu bana büyük sorun çıkartan işlerden birisi yani karar vermesi zor bir iş.
Yaparken eğlendim ve bi çok sebebe de bağlamaya çalıştım.
Bu işi yaparken bi çok deneme yaptım ve aslında hepsinin birleşimi ile bi bütün oluştrdum.
Bu aşamaların farklılıkları: bütünsellik, parçalar, grid, gridi bozma, yol oluşturma,dikeyde tırmanma vb.
ÜÇ METRELİK EĞİMİ AŞMAK/AŞMAMAK?
Arazim sınırları içerisinde üç metrelik bir eğim vardı kütleleri tasarlarken bu eğimi aştım fakat tarım aksını bu üç metreden devam ettirme fikri benim çok hoşuma gitmedi.
Onun yerine önce bir kuşun gözünden(vaziyet) gözlemlemeyi tercih ettim hiç eğim yokmuşçasına düz tepeden…
Bu denemelerimin sonucunda görsel olarak bir akış sağladım.
Üstten baktığımız da veya arazi ortasından o bölgeye baktığımızda yeşilin bir şelale gibi akmasını ve böylece koca bir toprak yığınını arazinin ortasına yerleşmekten korumayı sağladım.
Yeşil diye adlandırdığım bölgelerde denemelerimi çöp atmayıp, grid , gridden bozulma , bütünlük , parçalama ve yol açma denemelerini bütünleştirip uyguladım.
BİR İKİ ÜÇ TIP/SES
Buradaki eğlenceli başlığı koymamın sebebi tekrardan o üç metrelik eğim. Aşmam gereken bu eğim fonksyonel bir özelliğe sahip olmalıydı çünkü sebebi olmayan bir şeyle sonradan başa çıkmak istemezdim . Arazinin düzlük kısımlarında yeşil alanlara yer verdiğimden insanların dolaşım alanları dışında vakit geçirebileceği bir alan yoktu insanları da ayakta tutmak durumunda değilizdir heralde
Bu sebepten dolayı arazi topografyasına oturacak şekilde oturma alanları tasarladım. Bu alanlarda insanlar oturup, dinlenip, sohbet edebilecekler. Topografyaya oturmamın temel sebebi arazi tarafından yabancılaştırılmamak ve araziyle birlikte kırmadan dökmeden kaybolabilmek.
ARTIK ARKADAŞIZ
Araziyle bir arkadaşlık kurmuş gibiyim ikimizde ortaya bir şeyler koyduk arazinin aksları-benim boşluklarım, arazinin büyük tarım alanları-benim parçalı dağınık tarım alanlarım…
KONFERANS SALONU NE KADAR IŞIK İSTERSİN?
Bir konferans salonu tasarlamam gerekiyordu ve ilk aklıma gelen şey ışık meselesiydi.
Bu mekanın biraz loş olmasını istedim ve bunun üzerinde biraz düşündüm. Başka bir sorunum daha vardı tabi üç metrelik eğim…
Önce aklıma bu eğimi serbest bırakmak geldi böyle yaptığımda bir tepe oluşacak ve arazi bölünecekti fakat sahi konferansa nasıl girilecekti?
Bu elbette büyük sorun ben de burada insanların sadece bir yerlere girip çıktıktan sonra gitmesini istemedim ve o üç metrelik eğime kamusal bir merdiven yapmayı planlarım böylece hem konferansa zeminden hem de üst kattan giriş yapılabilecek insanlar da dilerse burada oturabileceklerdi.
Kendi kendime zorla türettiğim bir sorun daha:
CEPHE ÇIPLAK KALMASIN GİYDİRMELİ,SÜSLEMELİ
Aslında amacım bu değildi asıl amacım bulunduğum semtin endistürüyel mirasına vurgu yapıp bu yolda bir şeyler tasarlamaktı.
Bunun yanında tam olarak karşılamasa da parazit kavramına değinmeyi amaçlamıştım. Parazit kavramını karşılamamasının nedeni de benim tamamen şahsi fikrim parazitin özgür olmasıdır. Parazit izin almaz, sınır tanımaz fakat ben belli bir mekanda kalmayı tercih ettim.
Gelelim bu mirasın en önemli yapılarına GAZHANELER…
Sizlere bahsetmemiştim fakat şuan değinecek olursam bu yapı Yedikule zindanlarının yanında bir müzenin! içinde ve buraya asla yabancı sokulmuyor çok ama çok iyi korunuyor! İçinde gizli depolar büyük miraslar var! Çevresi de tellerle çevrilmiş adeta bir kale bu ne iştiham!
Biraz uzatmamın nedeni yaşadığım olay çünkü bu yapıyı çok farklı formlarda görebilirsiniz bir formda tanıtmak yanlış olur fakat benim gördüğüm dairesel formda çok yüksek ve boşluklu bir yapı. Kısaca tarihçesine değinecek olursak eskilerde İstanbul’un adından da anlaşıldığı gibi gaz ve ışık ihtiyacını karşılayan merkezlerden birisiymiş fakat artık böyle bir ihtiyaç olmadığından işlevini yitirmiş ve müze olmuş!
Evet biraz sinirinizi bozmuş olabilirim fakat bu durumu ısrarla vurgulamak istedim ve devam daedeceğim.
Neyse bu müzeye yaklaştığım da şans ta bu ya kapısında kimse görmedim içerisine girdim çok büyük ve boşluklu sadece zeminlerde kapalılığı var ve içerisi gözükmüyor etrafta da yüksek yüksek tarihi! şehirler arası otobüsler, zabıta araçları zabıta set demirleri , tırlar…
Etrafında bir kapı arıyordum ki nihayet bir ses ‘bir şey mi aradınız?’ bu kibar bey sanırım müze(!) görevlisi olmalı.
- Evet dedim içeriye girmem mümkün mü acaba
+ buraya kadar nasıl geldiniz girmek yasak!
Evet sanırım artık buranın bir otobüs şirketi ve karakolun ortak olarak kullandığı depo alanlarından biri olduğunu söylemenin vakti geldi… çıktım
Bu uzun hikayenin ardından bu cephede içinde dikey tarım sistemi kurabileceğim bir iskelet tasarlamak istedim. Böylece hem bu duruma bir vurgu yapmak hem cephede biraz dolaşmak hem bitki yetiştirmek(bunu deneyimletmek) ve son olarak yaptığım merdiveni gölgelik bir alana çevirmek gibi işlevler atadım ama bir sorun var otobüslere yer kalmadı şaka yapıyorum özür dilerim daha fazla uzatmadan tasarıma devam edelim…
KÜTLELERLE BİR KARMAŞA
Elimde bulunan kütleler araziyle barışık durumda fakat artık sıra cephelerde ve işlevlerde.
Kütleleri yavaş yavaş çözerken artık bunlara bir isim bulmanın vakti gelmiş olmalı diye düşündüm.
Kendi içlerinde bir isimleri vardı tabi ki palet atölyesi,konteyner atölyesi,konferans,7atolye…
fakat proje adı nasıl nereden gelmeliydi. Bu sorunu size daha önce bahsettiğim gibi konuşarak çözdüm ve işte bir yazıyla isim işini çözdüm. Bu yu azı hem benim hem de tasarım için önemli paylaşmak isterim.
SIZINTI-YARIK-BOŞLUK
ÇEVREYE SARILMA DURUMLARI,BİRAZ BENZEME BİRAZ DEĞİŞME…
Paralellik boşluklar oluşturma, sur girişleri ile özellik çatışması GİRİŞ-SINIR-SIZINTI OLMA HALİ-PARALELLİK.
Sızıntı olma durumu nedir? Kişi, nesne, nereye, nasıl sızar?
Sızmak kavramı mantıksal olarak kötü bir kavram mıdır? Böyle ise bu durum nasıl değiştirilebilir?
Peki ben neyi nereye nasıl sızdırmak istiyorum ve bu olayların adı ne?
Sızıntı,
Bu kavram bana ilk olarak suyu anımsatıyor. Engellemediğimiz sürece onun girip çıktığı her yer kendince güzel ve özgürdür.
Su akar yolunu bulur mu?
Bence bulamaz. Hepimizin mutluluğu için suya bir yol göstermeli…
Peki ışık sızar mı? Benim düşüncem sudan daha fazla sızabilir olduğudur ki engellenmesi de çok kolaydır opak bir nesneyle çok anlaştıkları söylenemez.
Işık sızması denilince tabi ki de aklımıza saydam maddeler gelir ki en başında camdır.
Peki camdan nasıl sızar? Bu aslında ışığa ait bir yetenek değildir hatta adı bence sızmak değildir bu durum saydam maddenin hoşgörüsüdür aynı hoşgörüyü bir beton göstermek istemez hatta gösteremez kabiliyeti yetmez.
Peki opak maddelerden sızmaya kararlı yaramaz bir ışığımız varsa?
Boşluklar!
Evet boşluklar, boşluklar izin istemeyi falan gerektirmez gelenin geçenin etinden sütünden yararlanır tabir yerindeyse. Yani ışığın aydınlığından, suyun neminden, rüzgarın sesinden, bir kuşun selamından bir insanın hayalinden…
İzin istemediği gibi de yavaş yavaş süzülür ışık HÜZMELERİ (cephede boşluklar)
Peki rüzgar sızar mı? Evet tabi ki fakat o biraz kaba dillidir dediğim dediktir yani korkutmaktan hoşlanır gibi. Fakat onunda yumuşak bir tarafı var elbet eğer onun dilinden konuşabilirseniz bu mümkün hayır konuşmazsanız yani önüne büyük setler çekerseniz bugün olmazsa yarın elbet o kazanacak yıkıp geçecektir. Peki ya boşluklar ! evet boşluklar rüzgarla da arkadaşlardır onlar.
Onun bu sertliğine boşluklarla karşılık verirsek ne olur? Belki hoşuna gider kim bilir. Bütün hiddetiyle bile gelse üstümüze boşluklardan geçiverir hatta belki oradan geçerken bizlere en sevdiğimiz şarkıları mırıldanıverir…
Peki bitki sızar mı? Tabi ki de sızar hem de hiç olmadık yerlerden. Acaba bunu nasıl yapar? Bir duvarın içinden nasıl sızıp çıkabilir. Tabi ki boşluklar ve birtakım haylaz arkadaşlıklar.(SU-RÜZGAR-BİRAZ YOLLCULUK-ÇATLAK-BOŞLUK-ÖZGÜRLÜK)
PEKİ İNSAN NASIL SIZAR?
Bence insan ;
1-)ya gizlenerek sızar
2-)ya etrafına benzeyerek sızar-o halde yaşadığı ortama ayak uydurmaya çalışan her insan bir sızıntı mıdır? -benim de araziye benzeyerek sızmam gibi.
Peki insan ait olmadığı bir yere nasıl sızar?neden sızar? Bence;
1-) ya bir şeyler yanlış gidiyordur bunu düzeltmek için
2-) ya da bir şeyler doğru gidiyordur bunu yanıltmak için
…
Aslında bu yazı benim tamamen fikirlerimin gelişmesinde yardımcı oldu birçok yerde bu durumları yorumlamaya ve uygulamaya çalıştım.
Son olarak birkaç şeyden bahsetmek istiyorum ki bunlar biraz tesadüf biraz ilginç olduğu için paylaşmak istedim.
Projem neredeyse bitmişti artık sunum görselleri, küçük senaryolar , anlatımlar yapmaya başladım.
Paftalarımda göstermiş olduğum birkaç storyboad tarzı anlatımlar var ve ben çoğunu bitirdikten sonra farkettim ki 8 karede anlatmışım. Daha sonra eskizleimi sekiz karede çalışmışım,
Proje ana birimlerim sekiz adetten oluşmuş(laboratuvar, yönetim , eğitim , serbest atölye ,konteyner atölyesi, palet atölyesi ve tarım alanlarım) hatta yapılarımın geneli sekiz metre çok azı daha yüksek olmuş ve bunun gibi daha birçok şey.
Bu durum benim ilgimi çekti ve artık sunum programlarımda bunu kendime bir yol olarak görmeye çalıştım hep kafamda yedi artı.. bir şey…
Bazı sunum paftalarıma artık ‘kompozisyon yedi +1’ veya ‘taslak yedi+1’ gibi isimler verdim fakat burada her şey tabi ki sekiz birimden oluşmamakta benim vurgulamak istediğim durum hep yedi+ yani Yedikule ‘ye bir şeyler katmak ki bunu da bu semtin ismine bir vurgu yaparak yorumlarım.
Buraya gelen her yönetici yenilikler yapmış eskiden beş kulesi bulunan semte yeni sahip olan padişah iki kule daha ekletmiş ve yeni bir isim yeni bir simge oluşmuş. Ben de bu durumu kendi işlerimde hep yedi + diye yorumladım ve bu şekilde sunmaya çalıştım…
SON SÖZLER
Artık toparlamak gerekirse gelecekten biraz bahsedip bitirmek istiyorum.
Gelecekte ne olabileceği tam olarak bilinmese de bir tahmin yapılabilir.
Geleceği hazırlayanlar bizleriz aslında biz nereye yönlendirirsek oraya doğru gider gelecek.
Bu projede gelecekle ilgili düşünürken kendime birkaç slogan buldum yani slogan demeyi tercih ediyorum.
‘BİR GÜN BİR ÇOCUK …. GİBİ ……. ZAMAN’
Öncelikle buradan bahsetmek isterim ki burada boşlukları kendiniz doldurun istedim bir çocuk ne yapabiliri düşünmek istedim. Bu boşluklara birçok kelime getirebilirsiniz.
Ben son ve merkez olarak şunu getirdim.
‘BİR GÜN BİR ÇOCUK EZİLMİŞ KÜÇÜK FİDANA BİR YAVRU KEDİYE BAKTIĞI GİBİ BAKTIĞI ZAMAN’
Belki çoğu kimse bana katılmayabilir fakat ben bunun savunuyorum çünkü bu durumu biraz başardık aşıladık gibi hayvan severlik…
Ne zaman yavru kedi görse bir çocuk sokakta bir yalvarma başlar ‘ne olur eve götüreliim’ bu iyiye işarettir, bence bunu küçük bir bitkinin adıyla beraber söyletebildiğimizde bunu da başarmış oluruz.
Ben burada çocukları öne çıkardım çünkü bu onların geleceği biz onlara bunu hazırlamak mecburiyetindeyiz.
Bazı sunumlarımda gösterdiğim gibi şehirleşmek artık kaçınılmaz bir durum peki biz nasıl şehirleşmeliyiz bir şehrin altını üstüne getirmek kavramını nasıl yanlış anlamalıyızı anlatmaya çalıştım.
Son olarak bu kavramdan bahsedip bitirmek isterim.
ŞEHİRLERİN ALTINI ÜSTÜNE GETİRMEK KAVRAMINI NASIL YANLIŞ ANLAMALIYIZ!
Şu anda ve gelecekte karşımıza bolca gelebilecek bir cümle bence şehirlerin altını üstüne getirdiler maffettiler…
Fakat biz bunu yanlış anlayıp tarım alanlarımızı koruyabiliriz yer düzleminde yaptığımız tarımı üst katlara taşıyabilir ve onlarla yarışabiliriz. Ne kadar aynı seviyede kalmayı başarırsak bu durumu bitirmek o kadar zor olacaktır. Bunun yanında tabi ki eskimizi korumalı onu saklamalıyız…
SON
TÜM ŞEHİRLERİN ALTINI ÜSTÜNE GETİRMEK DİLEĞİYLE…
(FURKAN DEMİRBAŞ)
Comments